SU+YİYEN+YAPI (SUYOFU > SUYOSUNU?) ÖYFE+LÖR SEP+ERİ (/SEPERİR) OZAR (/AŞAR) APARAN (/KÖKEREN)

SU+YİYEN+YAPI (SUYOFU > SUYOSUNU?) ÖYFE+LÖR SEP+ERİ (/SEPERİR) OZAR (/AŞAR) APARAN (/KÖKEREN)

Original-Latin : SUİANYOPU/SUYOPU ÖFİLOR SÖPERÜ/ŞOPERÜ OSOR/OŞOR OPARAN/ÖXEREN
Transcript :
Sayfa 101v-102r : SUİANYAPU/SUYOPU ÖFİLOR SÖPERÜ OSOR/OŞOR OPARAN/ÖFEREN >>> Yazar yan yana çizdiği bitki görsellerinin yanında birer kelime ile bu sözcükleri aynı sırada / satırda görseldeki gibi şu şekilde yazmış: "SUİANYOPU/SUYOPU ÖFİLOR SÖPERÜ/ŞOPERÜ OSOR/OŞOR OPARAN/ÖXEREN" Şimdi burada bu yazılanları irdeleyecek olursak ilk olarak şunları not edebiliriz ki; SU+YİYEN+YAPI/SU+YOSUNU ÖYFE+LÖR SEP+ERİ/SEPERİR OZAR/AŞAR APARAN/KÖKEREN… sözcükleri ilk olarak bir tümce veya daha uzun bir tümcenin bir satıra sığabilen bölümü olarak algılanıyor. Yazarın bu yazma boyunca çok sayıda olmakla muhtelif sözcükleri bitiştirerek yeni sözcükler türettiğini görlemlemiştik. Burada su sözcüğünün ardınca yazılmış Y harfinin üst sol bölümünde kulağa benzer yuvarlak kısmın içinin doldurulmuş (bir nokta gibi) olması sebebi ile aynı zamanda bu kısmın -AN- sesi ile de okunması gerektiğini not etmek gerekir. Yani bu haliyle bu harfin hem -Y- hem de bileşik çoklu hece karakteri olarak -İANY- biçiminde ses vermesi beklenir. SU+İAN+YOPU (SU YİYEN YAPI veya SU İĞ-EN (kokutan/kokan) YAPI) ve SUYOFU (SU+*YOSUNU anlamında) yazılmış olabilir. Burada SU+YİYEN+YAPI sözcüğü muhtemelen "sudan gıdalanan/beslenen yapı" anlamında yazılmış olmalıdır. Bu yazmadan daha eski örnekleri görülmedikçe bu sözcük de bu yazmada geçen diğer pek çok sözcük gibi yazarın farklı sözcükleri bitiştirerek türettiği bir sözcüktür diyebiliriz. Yosun sözcüğünün Eski Türkçede YOŞKUN biçimde de geçtiği bilinmekte ve bazı dil bilimciler bunun Moğolcada bulunduğunu düşündükleri *NOGUSUN sözcüğüne bağlarlar. Azeri ağızlarında İĞ/İY “koku” anlamında kullanılırken Türkiye Türkçesinde “Hastalık, dert” anlamında da kullanılmaktadır. Bakınız: https://sozce.com/nedir/289461-su https://sozce.com/nedir/164131-ig https://sozce.com/nedir/164171-ig https://sozce.com/nedir/335771-yapu https://sozce.com/nedir/335150-yapi ÖFİLÖR/OFULOR sözcüğü bileşik sözcüktür. İlk sözcüğün ses yakını ÖYFE “akciğer” anlamındadır. (ÖYFE sözcüğü muhtemelen “ÖF, ÖYF, ÜF, HOF, HÖF” > OF gibi bir yansıma sesten evirilmiş olabilir ve bu ses muhtemelen ciğerden hava üflerken çıkan sesin ağızlarda yansımış halinden türemiş olabilir.) Bunun yanına bitişen LÖR sözcüğü “Su kıyılarında biten bir bitki” anlamında kullanılır. Karadeniz yöresinde buna LÖR OTU (lörotu) diyenler de vardır. Peki ÖYFE LÖR bu durumda AKCİĞER OTU/BİTKİSİ veya CİĞER BİTKİSİ/OTU gibi bir anlama geliyor ise Türk dilinde doğrudan doğruya bu bitkinin aynı anlamda başka isimleri de var mıdır? Sözlüklere baktığımızda CİĞER OTU adında [Lat.Marchantia polymorpha / Marchantiaceae familyasından bir yosun türü / Umbrella Liverwort family (Marchantiaceae)] bir bitki adı ile birlikte ve CİĞER OTLARI diye bir madde daha görüyoruz. CİĞER OTLARI anlamca: “Lat.Hepaticae / Kara yosunları (Bryophyta) bölümünden, talli bitkiler ile borulu bitkiler arasında bir geçit oluşturan sınıf” demektir. Yani CİĞER OTU ve CİĞER OTLARI diye iki ayrı bitki adı görmekteyiz. El yazmasında bu sözcüğün yazıldığı yerde yapılmış bitki/yosun çizimine bakmak isteyecek bitki bilimciler belki yazarın ÖYFE+LÖR derken hangisini kastettiğini söyleyebilirler. Bakınız: https://sozce.com/nedir/218478-lorotu https://sozce.com/nedir/250418-oyfe https://sozce.com/nedir/64182-ciger-otu https://sozce.com/nedir/64182-ciger-otu Burada ilk anda SOPERÜ sözcüğü kulağa SAP+YERÜ (sap yeri) biçiminde gelmekte. Muhtemelen yazarın ağzında bu sözcük seslenirken -YERÜ (yeri) yerine Y sesini düşürerek -ERÜ yazıyor olmalı. BUndan bir sonraki sözcük OSOR biçiminde yazılmış. Bu sözcük de muhtemelen AŞAR (uzar/çıkar/uç-verir veya kaynar/aşılanır/birleşir/eklenir anlamında olmalıdır. Fakat bu sözcüğün günümüzde ses değeri evrilmiş karşılığı için ses değeri bu sözcüğe yakın olan başka adaylar da mevcuttur. Elbette farklı tümceler içerisinde bu sözcüğü görsek daha net çıkarım yapabiliriz. Diğer olasılıklara değinecek olursak şunlardan bahsedebiliriz; SÖPERÜ/ŞOPERÜ okunan sözcüğün günümüzde yaşayan ses değeri yakınlarından birisi ŞABIR-U/ŞABIR-I sözcüğüdür. SÖPERÜ sözcüğü ise SEPER-İ (sepmek / sep- kökünden yayılmak, etrafa dağılmak anlamında SEPERİ yani “serpilmesi / serpmesi / dağılması” anlamında olmalıdır. Fakat biz daha önce okunmuş tümcelerden biliyoruz ki yazar “erkeği/kocası/askeri” anlamındaki ER-İ sözcüğünü ERÜ biçiminde yazıyor. SOP+ sözcüğü de “sap/sopa” anlamında kullanılıyor. Bu durumda bitkinin adı “sap-eri” anlamında da olabilir. Açıkçası bu anlamda olan ve halen kullanılan veya geçmişte kullanılmış olan bir bitki adı olup olmadığını bilemiyoruz. Burada ses değeri yakınlığı içerisinde bulunan bir bitki adı aramak gerekmektedir. Çünkü bu sözcük bir tümce içerisinde değil fakat bir bitkinin yanına yazılmış. Durum böyle olduğu için sözcüğün ŞOBERÜ/ŞOPARU okunuşunun ses değeri yakınlarına bakmalıyız. Aradan geçen 600 yıl içerisinde yazarın ağzındaki O sesinin çoğunlukla A sesine ve U/Ü sesinin çoğunlukla I/İ sesine dönüştüğünü ve pek çok sözcükte de P ve B ses dönüşümü gördüğümüz için bunları dikkate alırsak bu sözcüğü “ŞABIR-I/SABIR-I” biçiminde günümüz dilinde bulma ihtimalimiz olup olmayacağına bakmamız gerektiğini düşündük. Türkiye Türkçesi ağızları sözlükleri dahil olmakla hızlı bir tarama yaptığımızda halen kullanılan ŞABIR ve SABIR sözcüklerini görüyoruz. ŞABIR- “bir bataklık bitkisi” anlamındadır. Ayrıca Latincesi “aloe vera” olan Zambakgiller ailesinden ve yapraklarından ishal yapıcı maddeler elde edilen bir bitki türü olduğu yazılan SARI SABIR adında bir bitki de mevcuttur. Bu sözcüğün tümce içerisinde görülmesi halinde yapılacak çalışma ile sözcüğün günümüzdeki karşılığı daha net biçimde ifade edilebilecektir. Burada sözcüğün farklı okunuşlarının ses değeri yakını olan muhtelif bitki adları bulunduğunu gösterdik. Yazarın muhtelif bitkileri birbirine aşılayarak bazı çalışmalar/uygulamalar yaptığını da biliyoruz. Yazar burada yeni ve aşılı/birbiri ile birleştirilmiş bitkiler yaparak bunlara kendisi yeni ad mı verdi bilemeyiz fakat sayfada çizimi yapılan bitkinin burada adı geçen bitkilerin muhtelif türleri ile bir miktar benzerliği varsa bunu en iyi bitki bilimciler bilebilir. Bir miktar benzerlik dememizin sebebi yazarın bir gezgin olarak bitkilerin çizimini bakarak değil hafızasından yapıyor olma olasılığıdır ve aynı zamanda da gerçekçi çizim yapabilme kabiliyeti zayıf birisi olma ihtimalidir. Bu sebeple burada açıkladığımız bitki adlarından herhangi birisi ve çizimin kısmen örtüşüyor olması da bir eşleşme olarak görülebilir. Bakınız: https://sozce.com/nedir/293802-sabir https://sozce.com/nedir/276782-sep https://sozce.com/nedir/272532-sari-sabir https://sozce.com/nedir/272901-sarisabir Not1: ER sözcüğünün aynı zamanda YER, YERYÜZÜ ve TOPRAK anlamında kullanımı da vardır. SOP+ERÜ sözcüğünü bu açıdan da değerlendirirsek SEP YERİ veya SOP (sopa) yeri biçiminde de çevirmek mümkündür. Bu sözcüğün yanında yapılan bitki çiziminde yaprak benzeri yapının kökcük veya dala benzer bölüme birleştiği yer yazar tarafından ayrıca bir leke bırakılarak gösterilmiş veya işaret edilmiş gibi görünmekte. İşte bu işaretlenen nokta SOP (sopa) yeri veya SEP YERİ yani kökün sepelemeye başladığı nokta anlamında da işaretlenmiş olabilir. Aslında bu sözcük hem SEP- hem SAP- okunuyor demiyoruz fakat SOP- (sopa) okunuyor ve sepelemek serpmek anlamındaki SEP- sözcüğü de buna ses değeri olarak yakın görülmüştür. Bitkinin yapraksı bölümünün köke veya dala birleştiği bu noktanın yazar tarafından ayrıca bir boya lekesi ile işaretlenmiş olması dahi bir çizim yazı eşleşmesi sayılabilir. Not2: Yazarın kendi çalışma alanında yeni sözcükler türettiğine dair pek çok işaretten birisi de bu sözcüktür. Burada SÖP- sözcüğünün günümüzde SEP- (sepelemek, serpmek-yaymak sözcükleri kökteşi öyle ki bazı dil bilimciler SEPMEK ve SERPMEK sözcüklerinin ortak kökten ses değeri değiştirmiş biçimler olarak görmezler fakat görmeleri gerek) biçimindeki ses değeri ile seslendirilen sözcük olduğunu düşünüyorsanız bu durumda Söp+Erü sözcüğü “sepme /sepeleme / serpme işi gerçekleştiren er kişi” ya da bir bitki için bu sözcüğü türettiyseniz bu durumda anlamı “sepme (dölleme/tozlaşma) işini yapan erkek organ”, “türemeyi/üremeyi gerçekleştiren unsur veya erkek yapı” biçiminde anlamlandırmak mümkündür. Ben sözlü ve yazılı diller konusunda çalışan araştırmacı olarak başka dillere geçen sperm / siperm sözcüğünün ve yazarın türettiği bu söp/sop+erü sözcüğünün sepmek/serpmek sözcüklerinin ortak kökünden türetilmiş sözcükler olduğunu düşünüyorum. Dil bilimcilerin Hint Avrupa dilleri dedikleri ve benim çoğunlukla toplama diller dediğim dillerde sperm sözcüğünün kökü yoktur. Bu sözcük bu dillere damdan düşmüş gibi girmiştir/alıntılanmıştır. Batılı dil bilimciler kendi sözcüklerine kök bulamadıkları için hayali (sözde olası) bir geçmiş ortak Hint Avrupa Kök dili olduğunu varsayarak bu gün köklerini kendi dillerinde gördükleri sözcüklerinin neredeyse tamamına yakınını PIE biçiminde kısalttıkları bu kök dile bağlamaktalar. Bunlara göre PIE dilde *sper- sözcüğü olmuş olmalı. Yani bir kanıt yok fakat bir varsayım kök algısı yaratacak biçimde sunuluyor. Aynı şekilde Latin sparsus (to scatter, spread), sözde Proto-Italik dilde bulunduğu sanılan fakat hiçbir kanıtı olmayan *sparg- sözcüğüne bağlanmaktadır. Güya bu sözcük de PIE denilen varsayımsal kök dilde *sp(e)rg- bicindeymiş. Bildiğim kadarı ile Avrupa dillerinin dil bilimcileri 13. veya 14. Yüzyıla ait yazılı kaynaklardan bahsediyorlar fakat sepmek, seper sözcüklerinin muhtelif kökteşlerinin 1000 yılından önce Uygur Türkçesi el yazması metinlerde geçtiği materyal kanıtları ortada olan bir gerçektir. (Bu sözcüğün kökleri aslında çok daha eskilere dayanmaktadır ve bu konuda ayrıca bir makale yazdım. Son kontroller sonrası kendi sayfamızda bunu da yayınlayacağım.) Dil bilimi farklı coğrafyalarda konuşulan farklı dillerin sözcükleri arasında bir bağlantı olup olmadığına baktığında, kıyaslanan sözcüklerin ses değeri ve anlam yakınlıkları olup olmadığının aranması esas olan ve bilimsel bulunan kabul görmüş metottur. Buna karşın yazılı örnekleri daha eski olmasına karşın Türk dilinin sözcükleri toplama dillerin sözcükleri ile ses değeri ve anlam yakınlığı kurduğunda nedense ise bunlara sözlüklerde ihtimal olarak dahi atıfta bulunulmaz. Bu sebeple toplama dillerin dil bilimi tıkandığı yerde PIE hayali kök dil kurtarıcıları oluyor fakat aslında bilim adına yaptıkları bu uygulamalar bilimsel yolu saptırmaktan başka bir şey değildir. Yazarın OSOR / OŞOR okunur biçiminde yazdığı sözcük bugün dilimizde ASAR, OZOR, AŞAR, AZAR gibi ses değerleri ile yaşıyor olabilir. ASAR sözcüğü “beslemek, büyütmek, yetiştirmek, budamak anlamda kullanılmaktadır. Bunlar da bitki yetiştiriciliği alanının da terimleridir fakat ASAR biçiminde bir bitki adı sözlüklerde henüz bulamadık. Fakat OZOR adında bir bitki olduğu Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğüne baktığımızda görüldü. OZOR; “Ateşte biraz tutulduktan sonra bükülebilen, lifleri yumuşak ve dayanıklı bir çeşit ağaç” adıdır. Muhtemelen bu sözcük AŞAR değil çünkü AŞAR Türkiye'de 1925 yılına kadar tarımsal ürünün onda biri oranında aynî olarak alınan vergiye verilen addır. Aynı biçimde bu sözcük AZAR sözcüğü de olamaz çünkü AZAR sözcüğünün de anlamı farklı. Fakat AZAR veya AŞAR adında bir bitki olup olmadığını bilen birisi varsa bu bilgiyi biz de öğrenmek isteriz. Açıkçası bu ses değeri yakınlarından sadece OZOR bir bitki adı olarak görülmektedir. Yazar OZOR yerine OSOR yazmış. Türk dilinde S ve Z ses dönüşümü farklı ağızlarda sıklıkla kaydedilmiştir. Bu sözcük OZOR sözcüğü olmalıdır. Bakınız: https://sozce.com/nedir/22063-asarmak https://sozce.com/nedir/245864-ozor https://sozce.com/nedir/23825-asar https://sozce.com/nedir/245864-ozor Not: OZMAK sözcüğü kök anlam havuzu içerisinde “ozlaşmak, değişime uğramak, bir şeyden başka bir şey türemek, bir yapıdan başka bir yapı oluşturmak, belli bir formdan farklı bir forma geçmek, değişime uğramış olmak, kendi özünden yeni bir şey çıkartmak/yeniden doğmak” gibi anlamlar da mevcuttur. Yani OZAR dediğimizde bu sözcük “değişime uğrar, ozlaşır, yeni bir şey veya yeni bir yapı oluşturur, form değiştirir anlamındadır. Örneğin tırtıldan bir kelebek oluşması o canlının OZMASI olarak nitelenebilir. Ya da hafızadaki çok sayıda sözcükten yeni bir anlam oluşturmak da bir anlamda ozmak demektir. Yani ozlaşmak ve ozan sözcükleri aynı oz- kökünün türemeleridirler. Fakat burada yazan OSOR sözcüğünün günümüzde AŞAR olarak anılan sözcük olduğunu düşünüyorsanız bu durumda AŞAR sözcüğü “aşmak” sözcüğü kökteşidir ve bu sözcüğün anlam havuzunda “bir yerden veya formdan başka bir yere/ortama veya forma geçer”, “değişir (bir biçimden başka biçime geçer/evrilir) veya aşama kaydeder”, “çiftleşmek/döllemek/birleşmek yoluyla yeni bir canlı türetmek”, “yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçme durumu”, "zamanın geçmesi, bitmek, sona erme durumu” gibi anlamlar mevcuttur. Divanü Lügati't-Türk’de OZMAK sözcüğü “diğerlerinden/başkasından ileri geçmek” veya “ileri farklanmak” anlamında geçmektedir. Günümüzde bu sözcüğü “indirmek/inmek, büyümek, yükselmek”, “öne geçmek / farklanmak”, “yarışı kazanmak / farklanarak başarmak” anlamlarında kullananlar olsa da sözcüğün kök anlam içeriğinde bugün kullanılmayan ve sözlüklerde de pek yer verilmeyen OZLAŞMAK anlamı vardır. Muhtemelen Ön-Türk dili başlangıcı köklerinde OZ ve ÖZ sözcükleri anlam içeriği farklanmamıştı. Yani çok büyük bir olasılık ile hem OZ- hem de ÖZ- sözcükleri uzak geçmişte ortak kökten ayrışmış olabilirler. ÖZMEK sözcüğü bugün “öz durumuna varmak” veya “özlü bir duruma gelmek”, “arılaşmak”, “bitkide gelişme, değişme olgunlaşma durumu” anlamlarında kullanılıyor olsa da sözcüğün uzak geçmiş kök anlam havuzunda “bir yapıdan bir başka yapı oluşturma, form değiştirme, evrilme/değişime uğrama” anlamı burada da vardır. Bu kök anlam içeriği sebebi ile bugün bile halen “kaynayan sıvının koyulaşarak katı bir hale gelmesi” ÖZLEŞMEK demektir. Fakat bu aynı anda OZLAŞMAK anlamına da gelir. Bugün dilde bu bağlantı yitkin düşmüş durumda olsa da kökte var olduğunun işaretleri bu sözcüğün kökünden yapılan türemeleri üzerinden görülmektedir. Yazarın OPARAN / ÖPEREN / OFEREN / ÖFEREN / OFARAN okunur biçiminde yazdığı sözcük de muhtemelen bir bileşik sözcük olmalıdır. Aslında ikinci harfin bir ayağı diğerine göre biraz kısa yazılmış olsa da yazmada çoklu yerlerde geçen diğer P/F ses değeri taşıyan harfler ile kıyaslandığında bu ikinci harfin Latin denilen alfabedeki gibi X yazılan (fakat bu yazmada X ve H sesleri veren) harfe yakın bir yazılış biçimi de az-çok söz konusu edilebilir. Buna göre sözcük belki de yazar tarafından OXARAN / OXEREN / ÖXEREN olarak da yazılmak istenmiş olabilir. Burada baştaki OX- sözcüğünü günümüz diline OK- biçiminde ÖX- sözcüğünü ise ÖK- biçiminde çevirebiliriz. -EREN sözcüğü ise Anadolu ağızlarında çok sayıda bölgede “KIZILCIK” anlamında kullanılmaktadır. Yani sözcüğün kökü durumundaki ilk hecesinin bir sıfat / niteleme olması ve ona bitişen ve KIZILCIK anlamında kullanılan ve -EREN biçiminde kullanılan sözcüğün ise bitkinin adı olması olasılığı vardır. Böylece ilk hece ÖK- veya OK- ise bu bitki OK+KIZILCIK, veya ÖK+KIZILCIK diye anılıyor olabilir. Fakat biz yazarın yaşadığı dönemde onun kullandığı pek çok sözcükte “O” sesinin bugün “A” sesine dönüşmüş olduğunu kaydettik. Eğer yazar AK (beyaz anlamında) sözcüğünü OK- biçiminde yazıyorsa bu günümüzde AK+KIZILCIK adında bir bitki de olabilir. Bildiğimiz kızılcık kızıl renk meyvesi olan bir bitkidir fakat belki de meyvesi dış görünüş olarak ak renkte olan bir başka bitki türü “ak+kızılcık” olarak anılıyor da olabilir. İlk sözcüğü doğrudan doğruya ikinci harfin P/F olduğu kabulüne göre OP-/ÖP-/ÖF-/OF- okunuşları ile değerlendirirsek ortaya farklı sözcükler çıkmakta. OF sözcüğünün ses değeri yakını olan OV- sözcüğü de bu sıraya katılabilir ki OV sözcüğünü “su” anlamında da kullanan ağızlar vardır. Fakat SU-KIZILCIK veya SU-KIZILCIĞI adında bir bitki adı bulabilmiş değiliz. Aynı şekilde ÖP+KIZILCIK sözcüğü de uygun düşmeyecektir. Fakat bu sözcüğü OP+KIZILCIK sözcüğü olarak düşünürsek, OP- sözcüğü kök anlam içerisinde Opmak (içine çekerek şişmek, şişmanlamak ve-veya içine çekerek opri/opruk/obruk gibi çökmek) anlamları vardır. Tabi bunu yazarken OBRUP (OPRI/OPRİ) ve OPMAK sözcüklerinin kökteş olduğunu düşünmemizden hareketle yazmaktayım. Bu durumda bu bitkinin adının “içine çekerek çökmüş (muhtemelen gamze benzeri yapı için de ad olarak kullanılmış olmalı)” anlamında veya “içine çekerek şişmiş anlamında (şişman anlamında kullanılmış olabilir)” bir sıfat veya nitelik belirten sözcükle oluşturulmuş olabileceğini de düşünebiliriz. Sonuçta OK+KIZILCIK, AK+KIZILCIK, ÖK- (kök) yani KÖK+KIZILCIK, ŞİŞMAN+KIZILCIK, ÇÖKMÜŞ veya GAMZELİ+KIZILCIK adında bitki tipleri mevcut mu veya geçmişte bu ad ile anılmış olabilecek KIZILCIK türleri var mıydı bu konuda yorumu yine bitki bilimcilere ve onlarla çalışacak dil bilimcilere bırakmak gerekir. Sözcüğün köke bileşeni +KIZILCIK anlamında da kullanımı olan +EREN sözcüğü olduğu için bu bitki çizimi yanındaki bu sözcüğü bir bitki sözcük eşleşmesi olarak not etmiş bulunuyoruz. İlaveten OPARAN sözcüğü ses değeri yakını APARAN 8götürenü taşıyan anlamındaki) sözcüğü de dilimizde yaşamaktadır. Bakını: https://sozce.com/nedir/114271-eren https://sozce.com/nedir/244997-ov Not: Biz yazarın P/F okunan ikinci harfin tek ayağını özellikle biraz kısa yaparak bunu “X” biçiminde okuyanlar için sözcüğün ses değerini değiştirerek anlamını da değiştireceği biçimde planlı olarak bu yazım biçimini kullandığını düşünüyoruz. Çünkü buna benzer durum yazma boyunca çok sayıda tekrarlanmıştır ve bu sayede yazar tümce bütünlüğünü bozmadığı halde farklı okunabilecek sözcükler sayesinde bir tümce yazarak bunun birden fazla şekilde algılanmasını / anlamlandırılmasını istemiş olmalı. Bu sebeple bu sözcüğü ÖXEREN > ÖK+EREN (kök veren / kök çıkartan) biçiminde okuyabilmek veya aynı anda ÖXARAN > ÖK+ARAN () okuması yapabilmek mümkün olmaktadır. Bu eğer böyle ise yan yana ve her birisi bir bitki çizimi yanında yazılan bu bitki adlarının aynı anda bir ardıcın hat boyunca yan yana okunduğunda bunların hem de bir tümce oluşturması söz konusu olmuş olmalı diye düşünmek mantıklı olacaktır. Böylelikle aynı satırda yazılan sözcükleri tümce oluşturup oluşturmadığı açısından da bakmak mantıklı olacaktır. Burada ÖK, EREN ve ARAN sözcükleri anlam içeriğinde neler olduğuna da bakmamız gerekirse, öncelikle ÖK sözcüğünün ve KÖK sözcüğünün ortak kökten anlam içeriğini paylaşarak ses değeri ile de ayrışmış olan biçimler olduğunu söyleye bilirim. Dil bilimciler bu sözcükleri ortak kökten görür veya görmez bu sözcüğün tanımını doğru yaparsak kökteki anlam içeriklerini daha iyi anlayabiliriz. ÖK sözcüğü “herhangi bir canlının var oluşunu başlatan ilk unsurlar” olarak tanımlanmalıdır. ÖK sözcüğü bir insan için kullanılacaksa onun var oluşunu sağlayan ilk unsurlar “anne ve baba” ve/veya “yumurta ve sperm ya da döllenmeyi gerçekleştiren taraflar” olarak anlaşılmalıdır. Örneğin ÖKSÜZ sözcüğü “anne ve babası olmayan” anlamındadır fakat zamanla belli bölgelerde anlam eksilmeleri ile bu sözcük “annesi olmayan” veya “babası olmayan” anlamında da kullanılmış olabilir. Bitkiler için ÖK o bitkinin doğumunu sağlayan tohumu ve/veya kökü yaratan unsurlardır, tozlaşma ile çoğalmayı sağlayan unsurlardır ve/veya kökün gelişmesidir. Yani ÖK ve KÖK sözcükleri bugün birbirinden ayrışmış anlam içeriklerine sahip olsalar da ortak anlam içeriklerini bugün bile taşırlar. EREN sözcüğünün “bollaşmak/artmak/uzamak/boy-vermek/önceki durumuna nazaran gelişmek, yetişmek, ermek” anlamları kök anlam içeriğinde mevcuttur. ARAN sözcüğünün de “aramak/aranmak, arıyor olmak” anlamı kök anlam havuzunda mevcuttur. Yazarın bu bilgiyi kullanarak yeni bileşik sözcükler oluşturması söz konusu olmuştur ve yazar bunu yazma boyunca muhtelif sözcükler oluşturarak yapmaktadır. Bu nedenle yazar ÖK+EREN yazdığında bu sözcüğü “köklerini yetiştiren/uzatan”, “doğumu/var-oluşu başlatan” ya da bir bitki için “kök verir olan”, ”kök vermeye başlayan/kök-çıkaran” anlamında kullanılmış olmalıdır. ÖK+ARAN sözcüğü ise “köklerini arayan”, “kendi var oluşunu sağlayan unsurları arayan”, “anne babasını arayan” anlamındadır fakat bir bitki için bu yazılıyorsa bu sözcük özellikle de “köklerini oluşturmaya çalışan”, “kök çıkartmanın yollarını/ortamını/şartlarını arayan” anlamında da kullanılabilir. Şimdi bu sözcükler aynı satırda yan yana çizili bitki görsellerinin yanında yazıldığından her birinin bir bitkinin adı olduğunu biliyoruz. Bu bitkileri yazarın deneysel olarak aşılama vb metotlar ile üretip üretmediğini bilmiyoruz fakat yazarın bitkileri birbirine aşıladığı yapılan okumalardan bilinmektedir. Ayrıca sözcüklerin yazarın ses değeri karşılıklarını kendisinin yarattığı bu özel ATA-abc ile farklı ses değerleri ile farklı ve anlamlı sonuçlar veriyor olması dolayısı ile bunların bir tümce veya devam eden birden çok satırın anlam taşıyan bir bölümü olup olamayacağına bakalım. Yani yazarın 600 sene önce bu alfabeyi yaratmakla onun kabiliyetleri ile yazdığı bu sözcükler bir tümce oluşturmuş ise veya bir uzun tümcenin bir satıra yerleşen bölümü ise bunların yan yana geldiğinde de bir anlamlı dizin oluşturması beklenir. Asıl sayfalarda 600 sene önce yazılmış olan: “SUİANYOPU/SUYOPU ÖFİLOR SÖPERÜ OSOR/OŞOR OPARAN/ÖXEREN” (ve ATA türeşkoşuma uygun muhtelif var-yanları ile) biçiminde yazılmış tümce anlamca şu şekilde günümüz diline çevrilebilir: “SU YOSUNU/ SU YİYEN YAPI (su kokan yapı ?) ÖYFE+LÖR SEPERİ OZAR/AŞAR (ilerler/farklanır/geçer) ÖKEREN/APARAN (kök veren/kök-çıkaran/kendi var oluşunu sağlayan unsurları arar/kök çıkartmanın yollarını/ortamını/şartlarını arayan” anlamında not edilmişti.) Ya da anlamca günümüz diline aşağı yukarı şu şekilde çevrilebilir: “Su yosunu, su-kıyısında-çıkan/ciğer otları, serpmesi/dağılması (bir yerden başka bir yere/ortama dağılması / bir biçimden başka biçime geçer olması veya uzak ya da geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçme durumu yaşanır olması kendi var oluşunu sağlayan unsurları arayan veya kök çıkartmanın yollarını/ortamını/şartlarını arayan veya şartlarına eren” anlamında bit tümce veya daha uzun bir tümcenin parçası olarak yazılmış görülüyor. Bunu daha da kısa biçimde açıklamaya çalışırsak burada yazılanlar anlamca: “Su yosunu, su-kıyısında-çıkan/ciğer otları, serpmesi/bir yerden başka bir yere dağılması / bir biçimden başka biçime geçer veya uzak ya da geçilmesi güç bir yerin öte yanına aşar kök çıkaran (veya “taşıyan kök arayan gibi” bir anlamda)” Yani daha da özetle içeriğin anlamı: “sudaki veya su kenarındaki yosunların/bitkilerin ileriye doğru aşınca (muhtemelen karaya çıkınca iması veya anlamında ile) ozlaşarak (değişime uğrayarak) kök aradığını” söylemekte. Bunun nasıl olduğunu yani yosunun karada kök salıp salmadığını bilemiyorum veya yosun ileri gidince kök çıkarır kızılcık bitkisi bile olabilir anlamında mı bunların bu şekilde (yazmada çizimler ile kodlandığını) tam olarak okumaların bu aşamasında açıklayamasam da bitki bilimcileri bunlara dil bilimciler ile birlikte bakıp belki de burada yazılanlara daha farklı veya yakın bir anlam verebilir ya da önerebilir. Dip Not: Yazarın OSOR biçiminde yazdığı (ses değeri yakınlığına göre bizim AŞAR ve OZOR (ozlaşır/ozar) biçiminde değerlendirdiğimiz) sözcüğü incelerken, AŞMAK (gelişmek/büyümek/yetişmek/geçmek/bir engeli veya yeri aşmak), UZAR (uzun gitmek/uzağa gitmek/uzamak), AZAR (kendini kaybetmek/kaybolmak/yitmek/derde-sıkıntıya girmek/yolunu kaybetmek/bozulmak/ herzamanki-mevcut alışıldık halini kaybederek yeni bir hale veya forma girmek), OZAR (Ozmak, biçim değiştirmek, büyümek, yükselmek, öne geçmek, indirmek) sözcüklerinin geçmiş ortak kök sözcükten ayrışmış olabileceği ortak anlam içeriklerini farkettim. Bunların tamamında "mevcut durum, konum, görünüm veya zamandan bir başka durum, konum, görünüm veya zamana geçmek" durumu gibi anlamlar sözkonusu. Uzama, uzağa gitme, kaybolma, ozmaşma, özleşme (özüne dönme/katılaşma/öz merkezine doğru yoğunlaşma-yığılma-toplanma) anlamlarının bulunduğunu söylemek mümkündür. İşte tam da bu sebeple yani ortak kavramsal anlam içeriği sebebi ile çok büyük bir olasılık ile bu gün farklı sözcükler halini almış bu sözcüklerin anlam toplusunun Ön Türkçe döneminde tek bir sözcük ile iletiliyor olma durumu olmuş olması düşünülebilir. Muhtemelen zamanla ses değeri ayrışan bu sözcüklerin anlam içeriklerinin de dildeki evrim sürecinde bölüşülmesi ve/veya birbirinden ayrışması söz konusu olmuş olmalı diyebiliriz.